Eray Görgülü
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi olaylarına katılan vatandaşlarla ilgili “Sürtük” ifadesini kullanmasının yankıları sürüyor. Muhalefet partileri ve bazı sivil toplum kuruluşları bu açıklamaya yönelik tepkilerini ortaya koyarken, siyaset bilimcilere göre Erdoğan, söylemini sertleştirerek erimekte olan oylarını korumayı ve kendi seçmenini bir arada tutmayı hedefliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çarşamba günü TBMM’de partisinin grup konuşması sırasında 2013 yılında düzenlenen Gezi Parkı eylemleri ile ilgili konuşurken eylemcileri hedef almış, eylemlere katılanları “terörist” olarak niteleyerek, “Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti. Bunlar böyle. Bunlar çürük, bunlar sürtük” ifadelerini kullanmıştı.
Erdoğan, Gezi Parkı eylemlerinin yaşandığı dönemde polis müdahalesinden kaçarak Bezmi Alem Camii’ne sığınan eylemciler için “Camide içki içtiler. Üstü çıplak 70 adam başörtülü bacıma saldırdılar. Görüntüler elimizde” iddiasında bulunmuştu. Ancak, daha sonra kamuoyuyla herhangi bir görüntü paylaşmadı.
Erdoğan, söylemini neden sertleştirdi?
Erdoğan’ın eylemciler için “sürtük” ifadesini kullanması toplumun birçok kesiminde tepkiye neden oldu. Bazı partiler ve sivil toplum kuruluşları Erdoğan hakkında “hakaret” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlarını işlediği gerekçesiyle soruşturma ve kamu davası açılması talebinde bulundu. Peki, Erdoğan, üzerinden 9 yıl geçmesine karşın neden bir kez daha Gezi Parkı eylemcilerini hedef aldı ve söylemini daha da sertleştirdi. Siyaset bilimcilere göre Erdoğan, seçim yaklaşırken oyları düşme eğiliminde olduğu için toplumu kutuplaştırmak hedefinde.
“Baskı ve kriz artacak” iddiası
İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (İstanpol) Genel Direktörü Seren Selvin Korkmaz’a göre Erdoğan, erimekte olan oylarını korumak istiyor. İktidarın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi altında sorunlara çözüm üretmekten uzak kaldığını öne süren Korkmaz, “AKP artık, topluma herhangi bir vaadi olmayan parti haline dönüştü” dedi. İktidarın algıyı yönetmek istediğini kaydeden Korkmaz, seçimlere yaklaştıkça baskı ve krizin artacağını öngördüğünü de ifade etti. AKP iktidarının bugüne kadar kutuplaşmadan beslendiğini de savunan Korkmaz, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı getiren yargı kararı ile Ekrem İmamoğlu’nun YSK Başkanı ve üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı davanın da kutuplaşma söylemi ile ilgili olduğunu kaydetti.
Gezi
“İletişim kazası değil, stratejinin parçası”
Korkmaz, “Erdoğan’ın ‘sürtük’ ifadesi bir iletişim kazası mı? Yoksa prompterdan mı okudu?” tartışmalarıyla ilgili de “Bu bir iletişim kazası değil, bu bir stratejinin parçası” ifadesini kullandı. Korkmaz, “Erdoğan’ın bu stratejisi oy kazandırır mı?” sorusunu ise “Siyasetin, daha doğrusu toplumun gerçeği artık ekonomik kriz. Gelecek kaygısı, geçim sıkıntısı. Bu stratejiyle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin mevcut oylarını artırabileceğini düşünmüyorum” sözleriyle yanıtladı. Ancak, Korkmaz burada muhalefetin tavrının ne olacağının da önem taşıdığını dile getirdi. Korkmaz, “Eğer muhalefet kutuplaşma alanlarına düşer ve iktidarın bu söylemlerine karşı negatif bir kampanya yürütürse ben bunun muhalefet açısından tehlikeli olacağını, bir parça da olsa iktidara yardımcı olacağını düşünüyorum” dedi.
“Sokak marjinalleştirilmek isteniyor”
Işık Üniversitesi Öğretim Görevlisi Onur Alp Yılmaz da, AKP için şu anda en büyük önceliğin kendi seçmen kitlesinden kopuşları önlemek olduğunu ifade etti. AKP’nin 20 yıldır toplumun her kesiminden oy aldığını ve bu sayede ayakta kalabildiğini kaydeden Yılmaz, “Ancak artık böyle bir durum söz konusu değil” diye konuştu. Yılmaz, İktidarın çeşitli hukuk dışı yollarla seçim sonuçlarına müdahale ihtimalinin de gündemde olduğunu ve sokağın marjinalleştirilerek muhalefetin toplumsal dinamikleri harekete geçirmesinin engellenmek istendiğini kaydetti. Yılmaz, Gezi Davası kararlarının da bu stratejinin bir parçası olduğunu savundu. Diğer yandan Erdoğan’a atfedilen güçlü lider imajını desteklemek üzere kurulu bir strateji yürütüldüğünü kaydeden Yılmaz, şöyle devam etti: “İktisaden bir krizde olabiliriz. İktisadi olarak bir kriz yaşıyor olabiliriz. Ama bu memleketin sahipleri biziz. Bak bu memleketin betini bereketini kaçıran, bu memlekette, tırnak içinde, ayaklandırma ortaya çıkartan insanlara karşı da mücadelemi sürdürüyorum gibi bir anlayışın uzantısı.”
“Tazminat davası açılabilir ama cezalandırma çıkmaz”
Öte yandan Erdoğan’a dava açılıp açılamayacağı ve ceza alıp almayacağı da tartışma konusu oldu. Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunulmuş olsa da hukukçulara göre cumhurbaşkanının dokunulmazlığı olduğu için Erdoğan’a ceza davası açılamaz. Eski Ankara Cumhuriyet Savcısı, Avukat Bülent Yücetürk’e göre Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu bulunmuyor ve işlendiği iddia edilen suç nedeniyle soruşturma yapılması mümkün değil. Tazminat davası açılabilme ihtimalini de değerlendiren Yücetürk, bununla ilgili de şartlara dikkat çekti. Yücetürk, Gezi olaylarına katılmış ve haklarında bu nedenle soruşturma açılmış kişilerin muhatap kabul edilebileceğini ve tazminat davası haklarının bulunduğunu söyledi. Ancak Yücetürk’ün verdiği bilgiye göre Türk Ceza Kanunu’nun 125’inci maddesine göre kişinin şeref ve saygınlığını rencide edecek söz ve eylemler hakaret kapsamında değerlendiriliyor. Hakaret suçunun oluşması için şahsa yönelik söylenmiş olması gerektiğini kaydeden Yücetürk, “Dava açılabilir, ama bunun Türk yargı pratiğindeki karşılığı bundan bir tazminat, bir cezalandırma çıkması bir mahkumiyet kararı çıkması mümkün değil” dedi.