Hem derin hem de katmanlı bir film: Lost Girls

Kadına şiddet kadar, çözülemeyen ve adaletin yerini bulmadığı ya da artık sıradan bir olay sayıldığı cinayetlerin dünya sıralamasında önemli bir oranda arttığını gözlemlerken, buna paralel olarak soruna dikkat çekmek adına yapılan filmler de az değil…

Türkiye’de vizyona girmemiş olduğu için geniş kitlelere ulaşamayan ve Netflix’de tavsiye üzerine izlediğim ”Lost Girls”, bu konuda adalet mekanizmasının zaafları ve kadınların dışlanmışlığı yanında, medyanın ürettiği kirli içeriğin alt metni ile savaşmak zorunda kalan bireylerin çaresizliğini başlık yapan önemli bir film.

Filmin bir kadın yönetmenin elinden çıkması kadar gerçek bir olaya dayanması da önemli bir detay…
New York Bloomberg’in araştırma ve soruşturma muhabiri olarak görev yapan ve de eski bir gazeteci olan Robert Kolker’ın, Lost Girls: An Unsolved American Mystery (Çözülmemiş Bir Amerikan Gizemi) kitabına konu olan bu cinayet, önce Michael Werwie tarafından senaryo haline getirilip, Liz Garbus tarafından da film olarak çekilmesi planlanmış.

LONG İSLAND SERİ KATİLİ VE SÜMEN ALTI EDİLEN BİR DOSYA

Günlük ortalama 3 kadın cinayetinin yaşandığı, “cinsel saldırı konusunda kadınlar için en tehlikeli 10 ülke” arasında yer alan ABD’de, aile içi şiddet ve kadın cinayetleri 2010-2017 yılları arasında % 26 artış göstererek; Hindistan ve Afganistan’ın ardından 3. sırada yer almış.

2010 yılında yaşanan Long Island cinayetleri ve bir Amerikan toplumu gerçeği olan seri katil figürü, ülke genelinde o güne kadar yaşananlardan sadece biri belki, ama onu özel kılan bir annenin yel değirmenlerine karşı tek başına mücadeleye soyunması. Bu yönüyle sıradan bir cinayet filmi olmaktan ve klişelerden kurtulan film, ABD toplumunu ve aile kavramının değerlerini de didikliyor.

Manhattan’ın 35 mil batı yakasına düşen Oak Beach Long İsland, New York eyaletinin Suffolk ilçesine bağlı bir yerleşim yeri olarak biliniyor. En büyük özelliği 3 milyon dolarlık evlerin ve zenginlerin yaşadığı bir bölge olması. 2010 yılında Shannon Gilbert’in cinayetine kadar daha sakin ve huzurlu sayılan bu bölgeyi suç merkezi olarak görmek pek mümkün değilmiş. Cinayet sonrası eril hegemonik güçlerin emniyet içinde yatay ve dikey olarak bağlantılarının bulunduğunun düşünülmesi ve delillerin kasıtlı olarak karartıldığı iddiaları üzerine gözler bölgeye çevrilmiş.

Film, bir taşra lokantasının barında çalışan Mari Gilbert’in yaşam mücadelesi ve maddi kaygılar içinde olduğunu anladığımız sahnelerle açılıyor. 3 kız sahibi ve 40’lı yaşlarda olduğunu anladığımız Mari, büyük kızı Shannon’un 12 yaşından beri yanında yaşamamasının acısı içindedir. Bu acıyı dindirmek için sürekli onun 10 yaşında bir müzik yarışmasına katıldığı video görüntüsüyle avunmaktadır. Diğer iki kızının da okulda problemleri vardır. Ablaları ile ayrı yaşıyor olmalarının sıkıntılarını onlarda da görürüz. Shannon arada onları ziyaret eden, para ve hediyeler getiren biridir. O gün akşam yemeğinde bir araya gelmek için sözleşmişlerdir; ama Shannon gelmez ve telefonlara da sadece telesekreteri çıkar. Ardından Shannon’un erkek arkadaşıyla, yine Shannon’a yardım edip parasını alamadığını söyleyen bir doktor bilinmeyen numaradan Mari’yi arar. Gece yarısına kadar Shannon’dan haber alamayan aile polise gider; polis ise olayın üzerinden 48 saat geçmeden arama yapamayacağını söyler. Bu saatten sonra adalet ve hukuk savaşının bir neferi haline gelen Mari tek başına savaşır. Kızının telefon kayıtlarını bulup 911’i arayarak yardım istediğini öğrenir. Arama saat 04.51’de yapılmış, yardım 05.40’da gelmiştir. Aradaki elli dakikalık gecikme bir genç kadının ölümüne neden olmuştur.

Erkek arkadaşıyla ve onu yardım istediği bölgeye götüren şoför ile konuşan Mari, kızının eskortluk yaptığını öğrenir ve darmadağın olur.
Emniyet Müdürü Former’ın yaptığı üstünkörü aramalardan bir sonuç alamayacağını anlayan Mari, kızı için başlattığı hukuk savaşında basın tarafından yıpratılmaya çalışılır. Sürekli olarak “hayat kadını” vurgusu yapılarak manşetlere taşınan Shannon ve ailesinin sorunlu ilişkileri medyaya deşifre edilir. Mari’nin anneliği ve neden 12 yaşından beri kızının koruyucu aile yanına verildiği sorgulanır. Shannon’un bipolardan muzdarip ve Mari’nin de henüz çocuk anne olarak bununla baş edemediği, devletinin sosyal ve sağlık kurumlarından yardım alamadığı için kızını verdiği gerçeğini filmin sonlarına doğru öğreniyoruz. Bu sahneler Amerikan devletinin sadece adalet mekanizmasıyla değil, sosyal işleyiş yönüyle de sınıfta kaldığını seyirciye anlatıyor. Toplumun olayı artık unutmaya başladığı bir anda, bölgedeki bir polis ekibinin köpeklerinin tuvaleti için durduğu noktada bir çuval bulunmasıyla ortaya çıkan bir seri cinayet sarmalı, hem kadın cinayetlerini, hem de aynı bölgede yok olan Shannon’un dosyasını tekrar gündeme getirir. Çuvalda, uzun süredir aranan 4 hayat kadınının kemikleri tespit edilir; ama hiç birisi Shannon’a ait değildir.

İPUÇLARI, İHMAL ZİNCİRİ VE HİÇ ORTAYA ÇIKMAYAN GERÇEKLER

Shannon’u çağıran zengin müşteri Joseph Brewer, ona yardım ettiği düşünülen Michael Pak; yine aynı bölgede kadınlara yardım ettiği söylenen bir doktor, Shannon’un yardım istediği ve koşarak kaçtığı bölgede yok olan kamera kayıtları ve sorgulanmayan şahitlerle devletin içinde uzantıları olduğunu anladığımız cinayetler, hayat kadınlarının cinayete kurban gitmelerinin meşru olduğunu topluma şırınga eden iğrenç bir eril anlayışla birleşip toplumda bir infial yaratması beklenmiş.

Olayın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, Mart-Mayıs 2011 arasında Nassau İlçesi, Suffolk İlçesi ve New York Eyalet Polisi’nden gelen dedektifler, Mari Gilbert’in girişimleri ile diğer kurbanların ailelerinden oluşturulan bir kamuoyu platformunun baskısı ile bölgeye geri dönüp daha fazla kurban aramak için birlikte çalışmışlar. Küçük yürümeye başlayan bir kız çocuğu da dahil olmak üzere altı kurbandan oluşan kalıntıların keşfedildiği aramalar sonucunda Shannon’un cesedine ulaşılmış. Daha önce bataklığa saplanarak bölge şartlarından kaynaklı bir kaza olarak kapatılan Shannon Gilbert dosyası, cinayet olarak tekrar dosyaya sokulmamış ve yapanlar da asla bulunmamış. Oysa Shannon’un 911′ i aradığı kayıtlarda bir adamın kendisini bıçakla doğramaya çalıştığı ve yardım istediği duyuluyor.

Amy Ryan’ın, anne Mari Gilbert karakterine çok başarılı bir performansla hayat verdiği 2020 yapımı Lost Girls’ün , Netflix’e hapsedilmemesi gereken bir yapım olduğunu düşünüyorum… Adaletin kuvvetli; kuvvetlinin adil olması gerektiği bir yerde kokuşmuşluğu anlatan sade ve belgesel havasında geçen film, bu hafta izlemeye ve yazmaya değer bulduğum bir yapım…
Hepinize iyi seyirler..
Özlem Kalkan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir