MERT İNAN İstanbul – Türk ordusu ile İzmir’e giren Birinci Kolordu Makineli Tüfek Kumandanı Yüzbaşı İhsan Hekimoğlu’nun anıları, Türkiye’nin kuruluş sürecine giden Büyük Taarruz’un nasıl gerçekleştirildiğini en çarpıcı şekilde ortaya koyan eserlerden biri. Hekimoğlu, Dumlupınar civarında başlayan çarpışmaların ardından meydan muharebesinde düşmanın kısmen imha edildiğini aktarırken, “Trikopis esir alınmıştı. Bundan sonra çevirme harekâtını yapmakta olan merhum İzzettin Çalışlar’ın kumandasında birinci ordu ‘Hedefimiz İzmir’dir!’ emrini aldı” ifadelerini kullanıyor.
‘Aldığımız vazife mühim’
Başkumandanlıktan aldıkları emir üzerine İzmir’e harekete geçildiğini anlatan Hekimoğlu’nun anılarından yansıyanlar şöyle:
“Bu emir üzerine ordu, Uşak, Kula, Salihli, Kasaba ve Nif (Mustafa Kemalpaşa) üzerinden hiç durmadan İzmir istikametinde ilerlemeye başladı. 8 Eylül’ü, 9 Eylül’e bağlayan gece, 1. Ordu Kumandanı Nureddin Paşa da süratle Nif kazasına geldi. Ordunun ilerisinde öncülük yapan süvari ve İzmir’e girecek olan Birinci Kolordu’ya şifahen şu şekilde bir emir verdi: ‘Arkadaşlar! Aldığımız vazife çok mühim ve müşküldür. Allah yardımcımız olsun.’ Bu emir üzerine derhal harekete geçildi. Bu sırada İngiliz, İtalyan, Fransız müttefik orduları kumandanı daha gerilerde bulunan Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ile temas etmek istiyordu. Kemal Paşa, telsizle yaptığı muharebede ancak ordunun İzmir’e girişini müteakip kendisiyle konuşulabileceğini bildirdi. 1. Ordu, önde süvariler olduğu halde süratle İzmir’e doğru yürüyordu. Mütemadiyen kaçmakta olan düşmanla karşı karşıya gelmek mümkün olamıyordu.”
‘Yemek yemeye vakit yok’
Anılarında “Öyle bir gidiyorduk ki, yemek yemeğe dahi vakit bulamıyorduk. Atlarımızın yem yemeden bu yürüyüşe nasıl tahammül ettiklerini hayretle karşılıyorduk” sözlerine yer veren Hekimoğlu, devamında ise şunları anlatıyorı: “Hele bizim halimizi hiç sormayın. Atların üzerinde kaba etlerimiz yara olmuştu. Fakat buna aldırış eden tek Türk askeri yoktu. Heyecan içinde bir an evvel İzmir’e kavuşmak istiyorduk. Nihayet 9 Eylül sabahı Belkahve’den geçerek İzmir’in varoşlarını teşkil eden Halkapınar’a vâsıl olduk. Öncü süvariden bir kısmı Balkahve’den Bornova üzerine inerek İzmir’e girdi. Bir kısmı da doğrudan doğruya Halkapınar’dan geçerek Basmahane istikametinde ilerledi ve İzmir’e ayak bastı.”
‘Yangın gittikçe büyüyor’
Hekimoğlu anlatmaya devam ediyor: “9 Eylül’de İzmir’e girdikten sonra, bir çok yağmacılar ve çeteler türedi. Bunlar zengin Türk evlerine girerek yağmaya koyuldular. Ben bir manga askerle, mahallelerden birinde bu yağmaları önlemeye memur edildim. 12 Eylül akşam üzeri, Basmahane civarında evlere ateş verilmeye başlandı. O günkü bu ateş süratle söndürüldü. Ertesi gün Basmahane ve Çayırlıbahçe’nin müteaddit yerlerinde ateş zuhur etti. O zamanki itfaiyenin mürettebatı Rum sigorta şirketlerine ait bulunduğundan dağılmıştı ve yangın asker tarafından söndürülmeye çalışılıyordu. Lâkin söndürülen bir eve mukabil 10 evden yangın çıkıyor ve gittikçe genişliyordu.”
‘Türk milleti var olsun’
Gazeteci Ercüment Ekrem Talu da Büyük Tarruz’dan 6 yıl sonra Dolmabahçe Sarayı’nda yaşadıklarını hatıratında şöyle kaleme almıştı: “29 Ağustos 1928, Dolmabahçe Sarayı’nın üst katındaki büyük salon fazla kalabalık değil. Atatürk, o geceki davetlilerini önce kütüphanesinde kabul etmiş, birkaç gündür kendi kendine devam ettiği fikrî mesaiye dair konuklarına anlatımlarda bulunuyor. Derken sofraya geçilir. Sabaha doğru salonun denize bakan pencerelerinden ilk şafak hüzmeleri içeri süzülmeye başlar. Davetliler, birer birer sofradan kalkarken, Büyük Komutan, ‘Hayrola! gidiyor musunuz?’ diye sorar. Konukları ise ‘Hayır, gideceğimizden değil, efendimiz bugün Zafer Bayramı’dır. O şerefli zaferi Türk milletine kazandıran yüce başbuğa tebriklerimizi arz etmek istiyoruz’ deyince, Atatürk ayağa kalkar ve şu sözler dudaklarından dökülür: ‘Arkadaşlarım! Teşekkür ederim. Tebriklerinizi 30 Ağustos zaferinin hakikamilleri bulunan Türk kumandan, zabit, küçük zabit ve erlerinin adlarına kabul ediyorum. Türk ordusu ve Türk milleti var olsun!”